kitap özetleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap özetleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2018 Cuma

EĞİTİM ÜZERİNE- IMMANUEL KANT


Kitap Adı: EĞİTİM ÜZERİNE
Yazar Adı: IMMANUEL KANT
Yayıncısı: İZ YAYINCILIK
Türkçesi: SÜLEYMAN EMRE BEKMAN
Yayın Tarihi: 2018-10-04
Baskı Sayısı: 2. Baskı
Sayfa sayısı: 80

ÖZET

Fiziksel eğitim, ahlaki eğitim ve dini eğitim olarak üç başlık altında kitabı yazmış. İnsanoğlu eğitilmeye ihtiyaç duyan tek varlıktır. İnsanoğlu bakıma ve eğitilmeye muhtaçtır, eğitim vasıtasıyla insanlaşabilir. İşlenmeyen herkes çiğ, terbiye edilmeyende yabanidir. İnsanoğlunun aldığı mevcut eğitim ve öğretim ile asıl varoluş amacını yerine getirmekten uzakta olduğunu, dolayısıyla bizim amacımızın insanoğlunun filizlenmesini ve varoluş amacını yerine getirmesi için tabii yetenekleri doğru oranda geliştirmek olmalıymış. Eğitimin nesiller üzerinden ulaştırılması gereken bir sanat olduğu görüşündedir.  Kant eğitimi, sonu başından belli olan bilinçli bir savaş olarak görür. Eğitimin tuğla üstüne tuğla konularak mükemmeştirilebileceği görüşünde, yani bir neslin kendinden önceki bilgiyi alıp, kendinden sonrakine nakletmeden önce, üzerine kendine ait bir şeyler ilave etmesi yoluyla olacağını söyler. Çocukların yetişmesini mümkün kılmak için eğitim biliminin uzmanlık isteyen bir çalışma alanı olması gerektiğini, dolayısıyla okulların iradesi en zeki uzmanların takdirine bırakılması gerektiğini söylemiş. İnsan eğitimi sırasında - Terbiyeli olmalı. Yani içindeki vahşiliğe ket vurmalıdır. -Belirli bir bilgi birikimi, kültür edinmeli. Çünkü kültür, amaçlanan yolda kullanılmaya uygun her türlü yeteneği ortaya çıkarır. –Medenileşmelidir. Sosyal topluma uygun, toplumca kabul görmüş bir birey olmalıdır. -Ahlaklı olmalıdır. Doğru amaçlarını seçebileceği bir birey olmalıdır.  “insanoğlu, sadece eğitilir, yoğurulur ve robot gibi yetiştirilebilir de, aydınlatılabilir de.” (s.20) Bu sözüyle eğitime üstünkörü değinmiştir.
Fiziksel Eğitim Aşamasında Çocuğa aile, bakıcı ya da bu iş için tutulan kişi tarafından verilen ilgi ve gözetimi kapsar. Bu kısımda çocuk eğitimi için önemli noktaları paylaşmış okuyucuyla:
Anneden gelen ilk sarı sütün faydalı olduğunu,
Baharat, tuz gibi sert gıdalar verilmemesi gerektiğini,
Çocuğun sıcak ortamda tutulmaması gerektiğini ve sert-soğuk bir kanepede yatmasının faydalı olacağını,
Soğuk banyonun bile faydalı olduğunu,
Kundaklamanın zararlı olduğunu, şekil bozukluklarının kundaklamadan meydana geldiğini,
Beşikte sallamanın zarlı olduğunu, sallanma eyleminin çocuk için zararlı olabileceğini,
Yürüteçle yürümenin zararlı olduğunu, düşüp kalkarak denge kurmayı ve zarar görmeyecek şekilde düşmeyi öğrenmeleri için düşmeleri gerektiğini,
Çocuğun herhangi bir alışkanlık (alkol, tütün, vb.) edinmesini engellenmesi gerektiğini,
Çocuğun ağlamasına kanmayıp her şeyi bu yolla edinme talebini karşılıksız bırakmayı, “İlk dönemlerde çocuklarla ilgili yerine getirilmesi gereken ilk husus şudur: Eğer gerçekten bir sıkıntısı olduğu için ağlıyorsa hemen yardımına koşun, fakat eğer huysuzluk etmek için ağlıyorsa bırakın ağlasınlar.”(s.40)
Bir kere reddedilen şeyden asla geri dönmemeyi, çünkü retten dönmek, ardından gelecek retlerin ciddiyetini düşürdüğünü,
Oyun oynamanın faydalı olduğunu, çocukların her şeyi oyun oynar gibi öğrendiğini, oyunu sadece oynamak için değil, sonunda bir amaca ulaşmak için oynamaları gerektiğini,
Çocukların iş görebilme yeteneği kazanmasının büyük önem taşıdığını, hiçbir şey olmasa bile “o nedir”, bu nedir” gibi bitmek bilmeyen merak sorularına ket vuracağını,
Bütün romanların çocukların gözlerinin önünden çekilmesi gerektiğini çünkü kendisini hikâyeye kaptırıp karakterin yerini alacak ve bu onu zihnini kullanmaktan alı koyacak, dolayısıyla zihin edilgen olacak, bu tür okumalar hiçbir faydası bulunmamakla beraber hafıza yetilerini zayıflatmakta,
Dikkat dağıtıcı şeylere asla müsamaha gösterilmemeli, en güzel yeteneklerin bile dikkat dağınıklığı yüzünden ziyan olup gideceğine değinir.  Eğitimin genel amacına ve bu amaca ulaşmanın yöntemlerinden bahsetmiş.
1-    Akli melekelere genel birikim edindirme süreci, iki türlüdür. Fiziksel ve ahlaki. Fiziksel türde eğitim sürecinde her şey idmana ve terbiyeye bağlıdır. Öğrenci aktif değildir, başkasının talimatıyla hareket eder ve onun yerine başkası düşünür. Ahlaki türde ise süreç terbiyeye değil adaba bağlıdır. Eğer ahlaki eğitim süreci, tehditlerden ya da cezalardan temel alınırsa her şey bozulduğunu, öğrencinin alışkanlıktan değil kendi adabından kaynaklanan şekilde iyi davranışlar sergilemesine, iyilikleri sırf iyi şeyler oldukları için yamasına özen gösterilmesi gerektiğini söyler.
2-    Akli melekelere kısmi birikim edindirme süreci.  Bu süreç idrak gücünün, duyuların, hayal gücünün, hafızanın, dikkati yoğunlaştırma gücünün ve zeka kıvraklığının ve kavrama gücünün aşağı yetilerini arttırılmasını barındırır.
Akli melekeleri geliştirmenin en iyi yöntemi, her melekenin kendi başarmak istediğini kendi başına başarmasıdır.  İnsan ancak kendi kendine öğrettiği şeyleri baştan aşağı öğrenir ve kolay kolay unutmazmış.
Ahlaki Eğitim Aşamasında Genç yaştaki çocuklara öğretilmesinin oldukça zor bir zanaat olduğundan ahlaki eğitim konusunda anne-babalara dirayet gösterme konusunda çok iş düşer. Çocuk her yanlış yaptığında cezalandırılır, her doğru yaptığındaysa ödüllendirilirse, doğruya sadece iyi muamele görmek için başvuracaktır. Gerçek dünyaya girdiğinde, toplumda sadece kendi çıkarı doğrultusunda, duruma göre doğru ya da yanlış yapmayı seçen, sadece kendi yolunu yapmayı hedefleyen bireyler olup çıkacağından bahsetmiş. (Adap kuralları bizzat insanın içine kök salmalıdır.”(s.55)  Ahlaki eğitimde neyin iyi neyin kötü olduğuna dair eğitime çok erken başlanmalı ve cezaya yer verilmemeli. İlk amaç karakter oturtmaktır. Ve bir çocuğa vatandaş karakteri değil, çocuk karakteri oturtulmalıdır. İtaat, karakterdeki en önemli niteliklerden biridir. İki türlüdür. Birincisi onu idare eden, yöneten ya da efendiye gösterdiği mutlak itaat. İkincisi is aklına ve vicdanına yatan kurallara itaat. Çocukların karakter oturmasında ikinci en önemli nitelik dürüstlüktür. Hatta karakterin özünü oluşturur. Yalan söylemeye karşı en etkili ceza sizin gözünüzde sahip olduğu saygıyı kaybettiğini göstermektir.  Çocuğun karakterinde üçüncü temel özellik girişkenliktir. Arkadaşlıklar edinmeli ve hiçbir zaman sadece kendini düşünmemelidir.
“Çocuklarda ahlaki bir karakter oluşturmak için şunlara dikkat etmeliyiz: yerine getirmesini istediğimiz vazifeleri onlara mümkün mertebe örnek ve kurallar eşliğinde göstermeliyiz.” (s.65)
Ebeveynler çocuklarını nazik değil gözü pek nitelikte yetiştirmelidir. Şartlar ne olursa olsun bir çocuğun karşısındaki çocuğu küçük duruma düşürmesine müsaade edilmemelidir. “Onlara nefreti, tiksindirici ve saçma hareketlere; aşağılanma ya da ilahi ceza korkusuyla iyi şeyler yapmayı, vicdanından gelerek yapmaya; başkalarının ağzına bakmayı fikir ve iç haysiyet sahibi olmaya çalışmaya; boş söz ve duygu sömürüsü ile iş bitirmeye; idrak etmeyi hissetmeye; hayat neşesini, yaratana hürmeti korkak, kapalı, umutsuz bir teslimiyete tercih etmesi öğretilmelidir. ”(s.70)
Dini Eğitim bölümündeyse, Ahlaki eğitimin alt başlığı olarak düşünülmüş aslında. Eğer dinin ahlakla bir bütün olarak yaşanmazsa sadece sevap kazanma amaçlı bir eylemden başka bir şey olmayacağını söylemiş. Tanrı ve sorumluluk bilincinin ortak bir şekilde aşılanması ve Yüce Varlık kavramı idrak ettirilmeli. Aynı zamanda çocuklara, başkalarını dini bağlılıklarına göre yargılamamaları, saygı göstermeleri ve dinler farklı olsa da temel öğretinin her yerde ve her zaman aynı olduğu öğretilmelidir.  Genç bireylerin karşı cinse saygı göstermesini, gençleri değerlendirirken başkalarını kıstas alınmaması gerektiğini, her konuda sorumluluk duygusuna sahip olmasını, şartlar ne olursa olsun yetinmeyi öğretilmelidir. Gençlere aynı zamanda güler yüz ve güzel huy sahibi olması öğütlenmelidir. İnsan sevgisi ve arkasından gelecek açık görüşlü duyarlılık tohumları da atılmalıdır. Aileden hayatın zevk ve güzelliklerine aşırıya kaçmaması için eğitimi alması ve her gün kendini hesaba çekmesine ve hayatın sonuna geldiğinde elinde nasıl hesap kalacağını kestirmesine teşvik edilmelidir. 

EĞİTİM ÜZERİNE KİTABININ BANA KATTIKLARI

Özgürlük seviyesi insanda öyle fazladır ki, doğar olarak bir kere alıştı mı her şeyi onun için feda edermiş ve sırf bu yüzden eğitime çok erken yaşlarda başlanılması gerekmektedir. Bugün her görüşü kabul edilmese bile birçok görüşü eğitim hayatı için ışık tutar nitelikte olmuş. Kitabı okurken bir eğitimciden çok, çocuğunu nasıl yetiştirecek bir anne olarak okurken buldum kendimi. Kitap sadece eğitimciler için değil,  “insanoğlu eğitilmeye muhtaçtır.” Sözüyle kantın dediği gibi içine eğitim giren her alan insanı için okunmalıdır. İlgimi çeken nokta kitapta E.F. Bunchner tarafından eklenmiş bir dipnot: yeni doğan bebeklerin acıdan değil de özgürlüğünü elde etmek için uzuvlarını hareket ettirme çabasının verdiği sıkıntıdan kaynaklandığına dair bir not düşmüş.  Özgürlüğe ciddi manada düşkün yaratıklarız gerçekten daha doğarken bile açıkça belli bu durum. Eğitimin nesilden nesle aktarıldığını söylüyor kant. Bu yüzden ilerde daha iyi yerlere gelmek için kendimizden bir şeyler ekleyerek yeni nesle aktarım yapmalıymışız. Bizler ezberci sistemin köleleriyiz ve öğrenmek için değil de bir mertebeye, konuma ve bir diplomaya sahip olmak için ezberleyip geçen bir nesiliz. Bizden sonraki nesil ciddi anlamda eğitim düzeyinde ne konumda olur kestiremiyorum. Çocukların ağlayarak bir şeyler elde etmesine göz yummamamızı söylüyor ki çok haklı. Çocuk yetiştiren birçok akrabamda bu durumu görüyorum ve ciddi manada artık kontrol edilemeyen bireyler oluyorlar. Sadece gerçekten ihtiyacı varsa ağladığında yanına koşmak gerekiyor. Ağlamaktan kim ölmüş. Kitap genel olarak güzel bir etki bıraktı üzerimde ve eğitime, öğretmen olarak değil de daha çok anne olunca işime yarayacak güzel bilgiler bıraktı. Sadece eğitimcilerin değil birçok insanın okuması gereken bir kitap. Kitaplığımda her daim kalacak.

OKULSUZ TOPLUM-IVAN ILLİCH

Kitabın Adı: OKULSUZ TOPLUM
Kitabın Yazarı: IVAN ILLİCH
İlk Baskı Yılı: 1971
Yayıncısı: ŞULE YAYINLARI (ŞUBAT 2018)
Sayfa sayısı: 141
Türkçesi: MEHMET ÖZAY
Baskı Sayısı: 45.Baskı

ÖZET

Okulsuz Toplum adlı bu kitap, öğrenimin kurumsallaştırılmasını sorguladığı makalelerinden oluşmaktadır. Kitabın ilk bölümünde ortaya konulan eğitim sistemine ait sorunlar, eğitimin kurumsallaştırılması, mevcut sisteme bağımlı, ona hizmet eden bir hale getirilmesi yönünde örnekler ve açıklamalar yoluyla bilgilendirmeler yapılıyor. Yani eğitim sisteminin evrensel anlamda içinde bulunduğu çıkmaz ortaya konuluyor. Verilen örneklerin ve yapılan çıkarımların çoğu Amerikan eğitim sistemi üzerinden olsa da evrensel boyuttaki sorunlarla aynı olduğu aşikâr. Eğitimi öğrenmeyi kolaylaştıran koşulların seçimi olarak tanımlıyor. Adayın bir mertebeye gelmek için yerine getirmek zorunda olduğu şartları bir müfredatını oluşturmak suretiyle rollerin belirlendiğini ve okulun bu roller için gereken eğitimi sağladığını, öğretimi sağlamadığını söylüyor. Bir çocuğun eşit nitelikte okul eğitimi hakkına sahip olmakla zengin bir çocuğun konumunu nadiren elde edebileceğini ifade eden yazar; zorunlu eşit okullaşmanın ekonomik olarak da uygulanamaz olduğunu belirtmektedir. Fakir çocukların daha çok okula bağımlı kaldıklarını; bu çocukların gelişim ve eğitim amacıyla okula bağımlı kaldıkları sürece diğerlerinden daha da geride olacaklarını ifade etmiştir. “Eşit eğitim fırsatı, gerçekten de, hem arzu edilebilir hem de uygulanabilir bir amaçtır. Fakat bunu ancak zorunlu okullaştırma ile mümkün saymak; kurtuluşu, kiliseyle karıştırmak anlamına gelmektedir.” (s.23) Okul sisteminin dayandığı ikinci yanılsamanın öğrenmenin öğretme sonucu ortaya çıktığı yönünde olduğunu fakat pek çok insanın sahip olduğu bilgilerin çoğunu okul dışında edindiğini de belirtiyor.  Kurumsal bilgi bize çocukların okula ihtiyaç duyduğunu, çocukların öğrenme işini okulda başarabileceklerini söylüyor.  Fakat bu düşünce yapısı da aynı okulların toplumu şekillendirmesinin bir ürünüdür. “İnsanoğlunu çocukluk kategorisine ayırmakla onları bir okul öğretmeninin otoritesine ebediyen boyun eğmeye mecbur etmiş oluyoruz.” (s.45) öğrenciler öğrendiklerinin çoğunu zekâlılar da ahmaklar da sopa zoruyla ya da kariyer elde etme hırsıyla dersleri ezberleyerek sınavları geçmek için uğraşıp dururlar. Okul öğrencilerin öğrendikleri şeyler için hiç önem arz etmemekle beraber öğretmenler için iş imkânı oluşturmaktadır. Yani çocukların ne öğrendiğinin kimsenin umurunda olmadığını eleştirir. Üniversite, hem öğrenme için kaynaklara hem de sosyal olarak gelişmesine fayda sağladığını fakat mezunların ancak fiyat etiketi üzerinde taşıyan insanların yer aldığı bir dünyaya ait olduğunu söyler. Üniversite dünyanın her yerinde ve her siyasal sistemin yönetimi, altında iş yerinde ve empoze edici tüketici standartları oluşturma etkisine sahipmiş. İnsanlar kendi düşündüklerini özgürce söyleme imkanına sahipse orada eğitim gerçekleşir. Yunan dünyasını düşünelim günümüzde ki insanlar gibi para kazanmak için okumuyorlardı. Bizler ise para kazanıp refaha ulaşınca diğer zamanlarımızı eğlence merkezlerinde geçiriyoruz. Özgür okul eğitimine karşı anlatmak istediğim bu yazarın. Oysa bilgi insanın  hayatındaki buluşları  doldurması, dünyayı anlaması, sorgulaması keşfetmesi ve yeniden yaratması için önemli olduğunu belirtir.Bilgiyi ticaret olarak kullanıyor olmamız. “Eğitim bu insanların hayal güçlerinin sınırlarını daraltmaktadır. Onlar açığa çıkarılamazlar. Fakat umutlarıyla beklentilerini değiştirmeleri öğretildiğinden dolayı sadece aldatılmaktadırlar. Eğitimden geçmiş insanlar diğer insanlardan ne umabilecekleri kendilerine öğretildiğinden dolayı artık şaşkınlığa uğratılamazlar. Bu, bir başka insan ya da makine için söz konusudur. ” (s.57) Mevki elde etmek amacıyla okullaştırılmış insanlar yaşantılarının ellerinden kayıp gitmesine müsaade etmektedirler. Eğitimle kendilerine ait olanı “yapmayı” ya da “kendileri” olmayı öğrenememişlerdir. Sadece ne yapılmışsa onu değerlendirmektedirler. Okul, öğrencinin her şeye gücü yetme konusundaki eksiklik duygusuyla büyümesini öğretmene aşırı bir bağlılıkta bulunma gerekliliğiyle birleştirmektedir. Okula kaydolan öğrenciler diploma elde etmek amacıyla diplomalı öğretmenlere boyun eğmektedirler. Okulun dolaylı veya dolaysız olarak nüfusun büyük bir bölümünü çalıştırmaktadır. İnsanları ya yaşama bağlamakta ya da bazı kurumlarda çalışmalarının uygun olacağına onları inandırmaktadır.  Önümüzdeki seçenekler son derece açıktır. Ya sınırsız yatırımı haklı çıkartan bir üretim olan kurumsallaştırılmış öğrenmeye inanacağız ya da sadece kişisel çabayla görülebilecek öğrenme fırsatlarını engelleyen bariyerleri yıkmak amacıyla kullanılması gereken bir yasayı planlamayı ve yatırımı yeniden keşfetmeliyiz der. Şu anki eğitim kurumlarımız öğretmenlerin çıkarlarına hizmet ettiğini söyler. Öğretmen kendi duygu düşünce ve inanç biçimine göre öğrencilere bilgi vermek ve o şekilde onları yönlendirmektedir. Öğretmen nasıl bir birey görmek istiyorsa öğrenciyi o kalıba sokmaktadır. Bundan dolayı da eğitimde sağduyuya dayanmayan bir tutarlılık bulunmaktadır. ihtiyaç duyduğumuz yapıların her insanın öğrenmek ve diğerlerinin öğrenmesine yardımcı olmak suretiyle kendisini tanımlamasını mümkün kılacak olanlardır. Altıncı makalesinde okulun dönüşümünü göstermeye çalışacağını ifade etmiştir. Yazara göre ‘‘Kaliteli bir eğitim sistemi üç amacı gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Yaşamanın bir anında mevcut kaynaklara ulaşmak suretiyle bir öğrenim gerçekleştirmek isteyen herkese imkan sağlamalıdır; bilgi sahibi olanların. Bu bilgilerini paylaşmaları konusunda kendilerinden bir şeyler öğrenmek isteyenleri bulmalarına yetki tanımalıdır; halka, yeteneklerinin ortaya çıkmasını sağlayabilecek bir imkân olarak, bir konuyu onlara sunmak isteyenler için gereken her türlü olanağı sağlamalıdır. Böylesi bir sistem eğitim yasal garantiyi gerektirmektedir. Öğrenciler zorunlu bir müfredat programına katılmaya zorlanmalıdır ya da bir diploma veya sertifika edinme gibi bir ayrımcılığa tabii tutulmamalıdır. Gerçekten hizmetleri öğrenmek için halkın sahip olduğu şansı kısıtlayan eğitimcilerin ve eğitim sistemlerinin son derece profesyonel araç-gereçlerini edinenlerin vergiye tabii tutmak suretiyle halkı bu uygulamaya destek vermeye zorlamaktadır. Bu eğitim sistemi son derece evrenseldir.’’(s.96) Bu doğrultuda yazar, fırsat ağı tabirini kullandığı çalışma ağlarından bahsetmiştir. Network aracılığıyla bir çalışma ağının kurulabileceğini ve bir şeyler öğrenmek isteyenlerin birbirini bulmasına bir arada olmalarına yardım edecek diğer yollar üzerinde durmuştur. “Okulsuzlaşmanın anlamı bir kişinin iktidarına bir toplantıya iştirak eden bir diğer kişileri memnun etmek adına son vermektir. Aynı zamanda, herhangi bir yaş ve cinsiyetteki bir kişinin hakkını korumak anlamına da gelmektedir. Bu hak, toplantıların kurumsallaşmasıyla önemli ölçüde azaltılmıştır. Temelde toplantı bireysel toplanma hareketinin bir sonucunu belirlemektedir. Şimdi bu durum bazı aracıların kurumsal ürününü belirtmektedir. ”(s.116) çalışma ağları gerçekleştirilebilirse, her bir öğrencinin eğitimde izleyeceği yol, kendine mahsus bir yol olacakmış ve resmen kabul edilebilir bir programın niteliklerini üstlenecektir. Planlanmış hiçbir arzu edilebilir değildir. Bizim beklentilerimiz arzularımızdır. Fakat insanların umutları hep hayal dünyalarında kalmakta ve düş kırıklığına uğramaktadır. Bizler okula gidiyoruz okulda alacağımız her şey planlanmıştır. Yani okulda alacağımız eğitimi ve yaşamı arzu edebiliriz fakat asla umutlarımızın yerine koyamayız. Okulların en büyük yanlışları görünen planlamada değildir. Bizim bilmediğimiz gizli müfredat içerisindedir. Gizli müfredatta devlet kendisini eleştirmeyen, sorgulamayan itaatkâr bireyler yetiştirmeyi hedeflemektedir. Bu da bir toplumu hatta insanlığı yok etmek için kullanılabilecek en acımasız yöntemdir.

OKULSUZ TOPLUM KİTABININ BANA KATTIKLARI

Kitabın da okulların kaldırılması gerektiğini savunarak sistemleşmiş eğitim kurumlarını adeta yerden yere vurmuştur. Kitabın önemli bulduğum noktalarından birisi; okulun bu kadar büyük bir prestije sahip olmasının esas nedeninin bulunduğu konumun korunmasını sağlaması olduğunu özellikle vurgulamasıdır. İnsanlar okullara ve sertifikalarına göre şekillendiği bir toplumda artık kişiliğinden çok direk etiketine bakıyoruz. Bu da insanlık tarihi açısından kötü bir durumdur. Aynı zamanda günümüzdeki okulların, eğitim açısından etkisiz olduğunu ve sistemin bu okullarda ihtiyaç duyduğu özellikte insanlar yetiştirdiğini söylemektedir. Yazara göre okul bir nevi öğrencilere hapis hayatı yaşatan onların özgürlüklerini kısıtlayan bir kurumdur. Bunun nedeni ise okulların öğretmen merkezli olmasıdır. Yani orada öğretmen ne söylüyorsa doğru olarak kabul edilmeli, öğretmen ne söylüyorsa öğrenci ona göre hayatını şekillendirmelidir. Hâlbuki bu durum eğitim ve öğretimin doğasına aykırıdır. Yazar tam anlamıyla okulların ortadan kaldırılması yönünde bir fikir beyan etmiyor aslında kitapta. Sadece okulların özgürleştirilmesi gerektiğini, kurumsal bir yapı olmanın ötesine geçen bir değer halini alması gerektiğini ve bu şekilde eğitimin hayatın her alanında yer alması gerektiğini belirtiyor. Illich’e göre okulların yerine geniş iletişim ağları kurulmalı ve isteyen istediği yerde bilgiyi öğrenmelidir. Yani kitabın asıl amacı budur. Yazar, Modern dünyaya, modernleşmeye, kurumlara başkaldırmış, eğitim sistemini derinlemesine sorgulamış, eğitim sisteminin eksiklerini tespit etmiş, etkileyici fikirler ortaya koymuş. Fakat yıktığı o sisteme alternatif bir sistem sunamamıştır. Okulsuz bir toplum, sınıflar arasındaki eğitim eşitsizliğini çözemeyecek bilakis eşitsizliği daha da arttıracaktır. Bu noktada yazar eksik kalmıştır. Kısaca okul; toplumun ekonomi-politiğini, sosyokültürel gelişimini olumsuz anlamda etkileyen, öğrenciyi öğretmen-bağımlı ya da okul-bağımlı bir öğrenime zorlayan, onu okula hapsederek günlük yaşamdan soyutlayan bir kurum olarak görmüş.  

ÖĞRENMEYİ ÖĞRENMEK- DR. RAMAZAN YILDIRIM

Kitap Adı: ÖĞRENMEYİ ÖĞRENMEK
Yazar Adı: DR. Ramazan Yıldırım
Yayıncısı: Sistem Yayıncılık
Sayfa sayısı: 179
Baskı Sayısı: Birini Basım: Şubat 1998/İSTANBUL Üçüncü basım: Haziran 1998

ÖZET

Öğrenmek veya bilmek denir? -Bu bölümde neden öğrendiğimizi, bilmenin düzeyinin ölçüsünün ne olduğunu ve bilgiyi nasıl kullanabileceğimizden bahsetmiş.
Öğrenmenin amacı, kişiye, konuya veya şartlara bağlı olarak değişir. İhtiyaçlarımızı karşılamak için, etkinliğimizi arttıracak yönde eylem yaratabilmektir öğrenme. Bu yüzden bilgi kadar beceride içiriyormuş. Koşullara daha iyi uyum sağlayabilmek için öğrenmek uyum veya onu yönlendirebilme kapasitemizi arttırır. Belirsizliği yenmek ve tahmin yapabilmek için tahmin yapabilmek için öğrenmek, sadece bir konuda bilgi sahibi olmak değil aynı zamanda bu bilgileri farklı durumlarda da kullanabilmektir. Rekabet etmek için öğrenme, başkalarını veya geçmişimizi referans alarak durumumuzu ne kadar geliştirdiğimizle ölçülüyor. Başkalarına karşı sorumluluğumuzu yerine getirebilmek için öğrenmek, başkalarıyla olan ilişkilerimizi kolaylaştırıyorsa öğreniriz ve potansiyelimizi tümüyle kullanabilmek için öğrenmek,  potansiyelimizi tümüyle kullanıp bunun içinde yeni bilgi beceri davranışları kazanmak isteriz. Bilmenin düzeyi veya ölçüsü başlığını iki ayrı grupta incelemiş yazar. İhtiyaç düzeyi ve etkinlik düzeyi, Edindiğimiz bilginin düzeyi amacımıza uygun olmak zorunda olduğundan öğrenme çabasına girişmeden önce, öğrenmek istenilen bilgi ile ne yapacağımızı düşünmemizi ve amacımıza uygun bilgi ve beceriyi kazanmamızı söylemiş. Bu bölümde neden öğreniyoruz sorusunu kendimize sormayı alışkanlık haline getirmemizden bahsetmiş. Nasıl öğreniyoruz?-İnsan beynin bilgiyi kısa süreli ve uzun süreli olmak üzeri iki şekilde kaydettiğinden bahsetmiş. “Mantıksal düşünce sol beynin, yaratıcı düşünce ise sağ beynin fonksiyonudur”(s.45) konuyu basitleştirmek için fikir üretme üzerinden yaratıcı düşüncenin fikir ürettiğini, mantıksal düşüncenin ise geliştirir ve sınar olduğunu dile getirmiş. Ezberin bir öğrenme yöntemi olmadığını, öğrenilen bilginin anlama ve yorumlama, son aşamasında ise büyük ölçüde yansıtma yani yaratıcılığa dayandırıyormuş. Düşüncel modelimiz başlığı altında, her bireyin zihninde kendine özgü bir dünya modeli kurduğunu ve 4 aşamaya gerçekleştiğinden bahsetmiş. Bunlar; gözlem algılama, anlama ve yorumlama, sınama ve uygulama, yansıtmadır.  “Kullandığımız kavramlarla onların gerektirdiği eylemler arasındaki ilişki ne kadar doğrudan ise dili o kadar etkili kullanıyorsunuz demektir.” (s.62) Yazar burada düşüncelerimizi olabildiğince eylem yaratan fiillerle ifade etmemiz gerektiğini söylemiş.
Öğrenmenin yöntem ve araçları-Bilinçli çabalarla öğrenmek: Bir konuyu öğrenmeye başlamadan önce amacımızı netleştirmeli ve öğrenme sürecini mutlaka tamamlamalıymışız. Kolaydan zora doğru, bir sırayla öğrenmeye çalışın demiş ve İyi ustalar çıraklarını eğitirken bu yöntemi kullanırlarmış. Her konunun aynı hızla öğrenilmediğini ve öğrenmenin bireysel olduğunu söylemiş.  Yaşamı okumak:  Yazar ” Hangi yöntem veya araçlarla kazanırsak kazananın bilginin kaynağı yaşamdır” (s.73) demiş ve yaşayarak öğrenmenin en etkili yöntem olduğunu ama başka kaynaklardan yararlanmadıkça yetersiz kaldığı fikrine sahip. Öğrenme etkinliğimiz çeşitli kavramlar arasında ilişki kurabilme becerimize bağlıdır. Yaşamımızı kolaylaştıracak üç temel ilişkilendirme biçiminden söz etmiş. 1. Bütünsellik: olayları parçalara ayırarak inceleme yapmamız gerektiğinden bunun için sistem ve süreç gibi iki kavramdan yararlanmamız gereklidir. Sistem yaklaşımını alışkanlık haline getirmek için önemli veya önemsiz, doğrudan veya dolaylı bütün unsurları dikkate almalıyız. 2.Nedensellik: Dört mantık temeline dayanır. Birçok neden aynı sonuca katkı yapıyorsa paralel sebepler. Nedenler başka nedenlerin sonucudur ve başka nedenler ortadan kalkmadığı sürece sonuçlar tekrar ortaya çıkarsa ardışık sebepler. Sebep-sonuç ilişkileri dallanarak bir tek neden birçok sonuca yol açıyorsa çığ etkisi ve sebep sonucu yaratırken, sonuçta sebebi besliyorsa kısır döngüdür.3.Benzerlik kurma: amaçlarımıza düşünsel yapımıza, konuya ve koşullara bağlı olarak iki oldu arasında çeşitli düzeylerde benzerlik kurabiliriz. Ve dolaylı yollar kısımları için Sorunların tanımlanması: sorunlara karşı daha etkili mücadele etmek için, sorunun tanımlanması, nedenlerin bulunması, çözümün bulunması ve uygulama, sonuçların değerlendirilmesi ve öğrenmedir. Hemen her adım yaratıcılıkla başlar ve mantıkla biter. Örnek alma: örnek aldığımız kişinin tutum ve davranışlarının elde ettiği sonuçlar üzerine etkisini açıklayabiliyor ve kendi koşullarımıza uyarlayabiliyor olmamız gerekmektedir. Şartlanma: büyük ölçüde, henüz çevreye müdahale edemeyeceğimiz yaşlarda tamamlanır ve küçük adımlarla uzun sürede sonuçlandığı için fark edilmez. Deneyimden Öğrenmek: Deneyimlerimiz yalnızca sonuçları alındıktan sonra işlerlik kazanır. Aynı konuda birden fazla deneyim yaşar ve benzer sonuçlar alırsak bunları pekiştirir ve daha çok öğreniriz. Büyük değişimlerin yaşandığı dönemlerde deneyimler başarıyı engeller ve ön yargılar deneyimin doğru teşhisini engeller. Geçmişte olanlarla bugün hatırlananlar aynı şey değildir, deneyimlerden alınan dersler doğrudan yollarla öğrenilenler kadar kesin değildir. Bu yüzden aşırı genelleme ve kesin sonuçlar çıkarma eğiliminden kaçınılmalıdır. Ve deneyim paylaştıkça daha çok öğretir. Geleceği kurgulamak-gelecekle ilgili amaç ve hedeflerimizi önceden belirlememiz, koşulları hazırlamak ve planlı bir biçimde davranmanın sadece öğrenmek için değil başarılı olmak içinde gerekli olduğunu. Varsayım geliştirmek genellikle bir bakıma deneyimi bilgiye dönüştürmenin dersidir. Varsayım bir bakıma deneyimlere hazırlık ve planlama gibidir. Dolayısıyla gelecekle ilgili gerçekçi tahminle yap, gelecekte yerine getireceğin eylemleri koşulları ve olası sonuçları içersin. Aldığın sonuçlarla mutlaka beklentilerini kıyasla ve aradaki farkı açıklayabilecek duruma gel. Elde ettiğin bulguları diğer alanlara yansıt yani benzeri olaylarla ilgili varsayım geliştirmeye çalış. Vizyon geliştirmek bir sorun çözme sürecidir ve dört adım içerir. Vizyon belirlemek, aradaki farkı kapatacak en uygun yolu bulmak, vizyonu yaşama geçirmek ve değerlendirme öğrenme. Öğrenmeyi Öğretmek-Yazar bu bölümü öğrenme sürecine rehberlik, psikolojik destek ve yöntem ve araçların seçimi olarak üç başlık içinde söze almış. Öğrenme sürecinde öğretmene ihtiyaç duyulsa bile öğrenmenin kişisel çabalara dayalı olduğunu savunmuş ve öğrenen açısından incelemiş. Konunun öğrenene bütün bir şekilde aktarılması gerektiğini ve konuyla ilgili bilgilerini kullanabilmesi için konunun bütününü görmesi gerekliymiş. Öğreten öğrenme sürecinden önce konu hakkında ön bilgilendirme yapmalı ve konu sonunda konuyu özetlemelidir.  Sözlü ifadeler yerine resimler ve şekillerin kullanılması, rakam veya tablolar yerine grafiklerin kullanılması ve çarpıcı örnekler kullanılması. Bilgiler anlamlı gruplar halinde verilmeli. Aynanda az sayıda veri sunulmalı, bellek ve ilişkilendirme etkin bir şekilde kullanılmalı, benzetme ve karşılaştırma amaca uygun olmalı, mizah öğrenmenin etkinliğini arttırır bu yüzden mizah içerebilir, anlatım öğrenenin kapasitesine uygun olmalı, aktif katılım sağlanmalı ve başarma arzusu canlı tutulmalı. Öğrenmenin kurumsal ve toplumsal boyutu -“eğitim sistemi sürekli tartıştığımız bir konudur. Çeşitli platformlarda defalarca söylenmiş sözleri burada tekrarlamakla fazla bir şey kazanamayız. Kurumsal öğrenme, koşulları, yöntemleri ve sonuçları ile kendi başına bir kitap konusudur. Öte yandan toplumsa öğrenmeyi, önceki bölümlerde tartıştığımız bireysel öğrenme tanımlayacak şekilde özetleyip ayrıntıya girmeyeceğiz” (s.159) eğitimin önemini inkar edemeyeceğimizi ama her sorunu eğitimsizliğe bağlamanın yanlış olduğunu söylemiş. Eğitim sisteminin amacından ve yapısından bahsetmiş. Öğrenme konusunda bilmemiz gereken en önemli şeyin öğrenmenin eğitimden, eğitimin ise bilgi aktarımından ibaret olmadığı. Öğrenmeyi birey aldığı veriden sonuç çıkarması, bunları kullanması ve geliştirmesi ve böylece amaçlarına ulaşması şeklinde tanımlamış. Öğrenmenin sadece bireyle olmadığını kurumsal sistemlerin ortak mekanizmasıyla yeni bir öğrenme türü olduğunu, sonuç olarak öğrenmenin etkinliğini arttırabilmek için öğrenmenin kendisiyle başlamamız gerektiğini söylemiş.

ÖĞRENMEYİ ÖĞRENMEK KİTABININ BANA KATTIKLARI

Kitap konuları teoriler ve ne yapabiliriz şeklinde ilerlemiş. Kitabı okuyanın rahatlıkla anlayabileceği bir dil kullanılmış. Teorik bilgilerden daha çok ne yapabiliriz kısmında okuyucuya reçete ve tavsiyeler veriyor. Bu kitabı okuduğumda aslında öğrenememek diye bir şey olmadığını, öğrenmenin tamamen insanın kendi elinde olduğunu, belirli taktikleri benimsediğin zaman bilgiyi kalıcı şekilde belleğe kaydedebildiğimizi öğrendim. Öğrenmek için sürekli kendimize neden öğreniyorum ve bu bilgi bana ne kazandır sorularını sorarak öğrenme sürecini kolaylaştırabileceğimi öğrendim. Kitabın çoğunu, amacı yani “öğrenme konusunu öğrenen açısından inceleme” üzerine yazmış. Bir konuyu öğrenmeye başlamadan önce amacımızı bilmemiz gerektiğini kolaydan zora doğru bir sırayla bütünü görmeden ve yaşam alanında deneyimlemeden öğrenmenin mümkün olmadığını öğrendim.  Konuya ait bilgileri anlamlı gruplara ayırarak, gruplar arasındaki ilişkiyi görsel olarak sergilemeyi ve konuya ait hayalide olsa örnekler bulmaya çalışmanın faydalı olduğunu öğrendim. Mevcut bilgi ve birikimlerin yeni bilgiyle değiştirmenin çok zor olduğunu, tek katlı binanın üzerine planı bozmadan yeni katlar eklemek, binayı yeniden inşa etmekten kolay, ancak bina temelden yenilenmesi gerekiyorsa mevcut binayı yıkıp boş arsaya bina dikmekten daha zor olduğunu, bu yüzden öğrendiğimiz her şeyi önceden sorgulayıp beynimizin yanlış bina kurmasını engellememiz gerektiğini öğrendim. Ne yapabiliriz kısımlarından birinde öğrenmek için okuduklarınızı kendinize özetlememiz öğrenme verimliliğine arttırdığına dair bilgi sunmuş. Ben bu bilgiden çok etkilendim ve okuduktan sonra birkaç defa denedim gerçekten işe yarıyor. Kitabın 4. Bölümü öğretene yönelik yazılmış. Bir öğretmen adayı olarak kitabın en sevdiğim kısmı burasıydı. Birkaç yöntem sunmuş yazar, bilgiyi aktarırken olabildiğince yalın ve kendi kelimelerimizi seçmemiz gerektiği fikrini benimsedim. Kitabın son bölümünü öğrenmeyi tamamlamak adına birer özet olarak yazdığını söylemiş.